Bize bu cennet vatanı hediye eden şehid ve gazilerimizin değerli Emanetleri;
Sizleri selamların en güzeli ile selamlıyorum.
Eğitim-Bir-Sen olarak üzerimizdeki tarihi sorumluğun farkındayız.
Bugün sizlerle istişarelerde bulunacağız. Evvelinde sizlerle tarihimizden 2 anekdot sunmak istiyorum;
İlki; Hergün, ‘acı bir haber alacak mıyız’ diye yüreğimizin titrediği bir şehrimizden,
Hakkari şehrimizin eskiden Nehri şimdilerde Bağlar dediğimiz bölgesinde irşad faaliyeti
yürüten bir şeyh, 1853’te vefat eden Şeyh Taha’l Hakkari’nin yaşamından…
Bu anekdottan Bugün ümmet bilincimizin nasıl paramparça edildiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şeyh Taha’l Hakkari’nin Şam’da ilk temel dini eğitimini aldığı medrese-dergahta bir
yol arkadaşı vardır. Cennetle kaim bir dostluk… ‘Bütün müminler kardeştir.’ İkazının-
müjdesinin tahakkuku… Bu yol arkadaşı Kafkas cıhadının zirvesi Şeyh Şamil, O da bir nakşi
şeyhi…Şeyh Taha’l Hakkari, mürşidi Mevlana Halit Bağdadi’den aldığı icazetle bugünkü
adıyla Bağlar o günkü adıyla Nehri bölgesinde irşad faaliyeti sürdürürken kendisinden
etkilenen İran Şahı Muhammed Kaçar’ın kendisine hediye ettiği ondan fazla köyü ‘Osmanlı
tebasındanım.’ gerekçesi ile reddedecek kadar da siyasal bilince sahip bir kimlik.
1829 Osmanlı-Rus Savaşında cıhad ilan ederek, cıhada bizzat katılan bir mücahit.
Kafkas cıhadının en çetin yıllarında 1852’de Kafkas Emiri Şeyh Şamil’in cıhad
çağrısına tüm evlatlarını ve dervişlerini çağrının gereğini yapmak üzere yönlendiren ve cıhada
ömrü yetmediği için kardeşi Şeyh Salih’in riyasetinde 2-3 Bin kişilik bir mücahit kadroyu
Kafkasya’ya cıhada gönderen bir gazi derviş…
Ümmet tahayyülünün kristalize pratiği… Bugün Türk-Kürt’ü çatıştırmak isteyenlere tarihten bir cevap…
İkinci anekdotumuz Zenci Musa, bugünde tartışmaların merkezinde yeralan Milli İstihbarat Teşkilatının çekirdeğini oluşturan Teşkilatı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref’in emrinde çalışan bir
gönüllü…
Trablusgarb’ta Şeyh Sunusi önderliğinde İtalyanlara karşı verdiği savaşlarla ilk kez ismini
duyduğumuz Zenci Musa, Komutanı Kuşçubaşı Eşref ile birlikte Balkanlarda, Kudus’te,
Necid çöllerinde ve nihayetinde Yemen’de savaşan bir mücahid…
Zenci Musa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte İstanbul’a döner. Gidecek
hiçbir yeri yoktur. Üsküdar’daki Özbekler Tekkesine yerleşir. İstanbul henüz resmen işgal
edilmemiştir ancak İtilaf Devletleri subayları İstanbul’dadır. Bunlardan biri olan İngiliz
general Harrington, Arab yarımadasındaki savaşın kaderini değiştiren 300.000 Osmanlı
altınının İngilizlerin eline geçmesine engel olan kişinin Zenci Musa olduğunu öğrenir.
Musa’yı buldurur, sorar:
‘Mısır ve Sudan artık İngiltere Devleti’nin mülküdür. Bundan sonra İngiltere Devleti adına
hizmet etmen gerekir. Ayrıca eğer benim mahiyetime girersen, seni altına boğarım.’ der.
Musa buna tokat gibi bir cevap verir:
‘Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var:
Devleti Ali Osmani, bir bayrağım var: Ay-Yıldızlı bayrak ve bir de kumandanım, Kuşçubaşı
Eşref…’
Zenci Musa İstanbul günlerinde Üsküdar’daki Özbekler Tekkesinde kalıyor, hamallık yaparak
maişetini temin ediyor, Ankara Hükümeti’nin ihtiyacı olan silahları İstanbul’daki İtilaf
Devletleri’nin depolarından çalarak Anadolu’ya kaçıran ekipte görev alıyordu. Ancak bu
yoğun yaşama bir de İstanbul’un işgal edilişinin moral bozukluğu eklenince Musa’da daha
önce mevcut olan verem hastalığı ilerler ve İstanbul’un istiklalini göremeden Hakk’ın
rahmetine kavuşur. Bavulundan bir kefeni bir de ümmetin tek devleti, Devleti Ali Osmani’nin haritası çıkar. Zenci Musa şimdi Üsküdar’da Özbekler Tekkesinde görevini yapmış olmanın huzuru ile
yatıyor.
Aynı Yemenli kabile reisi Şerif Mehmet gibi,
Libyalı Şeyh Sunusi gibi,
Iraklı Uceym Sadun Paşa gibi,
Kafkasyalı Çerkez Kuşçubaşı Eşref gibi,
Arnavut Mehmet Akif gibi,
…..
“Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’ Demişti. Onlar, ‘orada
bozgunluk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ demişlerdi de… Allah da, ‘Ben sizin
bilmediğinizi bilirim.’ Demişti.”. ayetinde müjdelenen halife ancak bunlar, islam kimliğinin
inşa ettiği abidevi şahsiyetler olabilirdi. Meleklere secde emredilen Adem ancak bunlar
olabilirdi.
Onlar için millet, ümmet demekti. Etnik mensubiyetleri hucurat süresinde çizilen çerçeve ile (tanışıp, bilişmek) sınırlı idi.
Hepsinin tek devleti vardı: Devleti Ali Osmani,
Tek bayrağı vardı: Hilali ile yıldızı ile al bayrak,
Tek milletleri vardı: İslam milleti…
Bugün bunu Birleşmiş Milletlerde gördük. Bütün mazlumların gözü Türkiyede… Dünya 5’ten büyüktür diyen bir liderde… Reis’te…
Son oylamada dünyanın patronunu yalnız bırakan bir strateji…
Sözlerimi 1000 yıl sürecek bir süreçten 28 Şubat sürecinden bahsederek nihayetlendirmek istiyorum.
Hafta içinde 28 Şubatın taşeronlarına müebbet hapis istendi. Devlet 28 Şubat benzeri darbecilere karşı iradesini ortaya koymuştur. Aynı 15 Temmuz Gecesi FETÖ’cü hainlere verdiği cevap gibi.
Beni yaralayan husus hala o dönemin taşeronu Kemal Alemdaroğlu adındaki zevatın şimdi olsa yine o yasakları uygulardım. Deme cesaretini kendinde bulmasıdır. Haddi bildirilecektir. Tıpkı pensilvanyadaki ağababası gibi…
Hepinize tekrar saygılarımı sunarken her daim hizmetinizde olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Allaha emanet olunuz.