Devlet ve milletin en kapsamlı ilişki, değer ve ilkelerini kayıt altına alan en yüksek hukuk metni olarak anayasa, ülkemizde öteden beri keskin tartışmalara konu olmuştur. Sorun, çoğu darbe ürünü olan anayasaların milletin ruh ve kültür dokusuyla uyuşmayan buyurgan, totaliter, otoriter ve ideolojik karakterinden kaynaklanmıştır. Siyaset sosyolojisi açısından bu biçimsiz durum anlaşılır gibi değildir. Milletin benliğine, kimliğine, hayat tarzına duyarlı olmayan kanun yapıcı irade, umumun menfaati yerine seçkinci bir azınlığın menfaatini ön planda tutmuş, bu amacı gerçekleştirmek için de yasaları ve anayasaları ideolojik aygıt olarak kullanmıştır. Bu tutumun hayat ve varlıkla, kendi insanıyla hatta kendi bilinciyle derin sorunları olan nevrotik sapma ve saplantıların sonucu olduğu ortadadır. Durum böyle olunca en temel insan haklarından başlayarak kültür ve medeniyet değerlerini öne çıkarması gereken anayasalar, milleti ideolojik kalıplara sokarak biçimlendirme dayatmasının şeklen yasal ama özü itibarıyla meşru olmayan dayanağına dönüşmüştür.
Topyekûn millet desteğine ihtiyaç duyulması sebebiyle haklara, özgürlük ve değerlere daha çok önem veren 1921 anayasası, ardından 1924’ten başlayarak değiştirilen veya tadil edilen anayasalar, milleti değil devleti esas almıştır. Daha çok darbe ürünü olan bu anayasaların mantığında devlet millet için değil, millet devlet içindir. Devletin birey ve toplum üzerinde hemen her hakkı vardır ancak insanların devlet üzerinde bir hakkı yoktur. Bilakis devlete ödevleri, mecburiyetleri vardır. Zevahiri kurtarmak için lafzen yazılan haklar ise sonraki maddelerle sınırlanmış, yontulmuş, yasaklanmıştır. Bu tahakküm ortamında baştan başa bir ülke yarı açık cezaevi gibidir. Vatandaşlar, Orwell’in veya farklı duyarlıkla Çetin Altan’ın anlattığı ‘Büyük Gözaltı’ yaşayan mahkûm, anayasa tutukevi talimatnamesi gibidir. Yasaklar esas, özgürlükler müstesnadır! Bu anayasalar özgürlük alan ve imkânlarını daraltan kazuistik metinlerdir. Hemen hiçbir yeri ülke ve dünya gerçekleri, insanımızın yapısı ve kültürü esas alınarak tanzim edilmemiştir. Oysa anayasalar insan hak ve özgürlüklerini korumak ve kurumsallaştırmak için devletin yetki ve sorumluluklarını tanımlayan metinlerdir. Yani anayasalarda koruma altına alınan, yaşatılan önce insandır. Bu ilke, bizim “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” veciz sözüyle özetlenen tasavvurumuza da uygundur. Oysa millete ve millî değerlere mesafeli hatta düşman olan kesimler, anayasalarını, meşru dayanaklardan yoksun olarak milletin arzu ve iradesini yansıtmayan içerikle, kendi isteklerine uygun yazmıştır. Doğallıkla belli dar grupların çıkarlarına araç ve alet edilen anayasalar hem uzlaşma metni olma özelliğini baştan yitirmiş hem de huzurun teminatı olmak yerine çatışmayı artırmıştır. Esasen öteden beri millî varlığımıza ihanet ve düşmanlık içinde olanların da bu amaç içinde olmaları ilginç bir paralelliktir.
Milletin ruh ve dünyasına uymayan anayasalar, sorun çözmenin yasal güvencesi olmak yerine sorun üretmenin kaynağına dönüşmüştür. Yasakçı, baskıcı karakterleriyle hayatı, toplumu geliştirmek yerine gelişmeyi engelleyen anayasaların bizzat kendileri başlı başına bir sıkıntı, sorun, sorunun kaynağı olmuştur. Zaman zaman iyileşmeler yaşanmışsa, bu kimi şahsi gayret ve iyi niyetle halkımızın lehine yapılan istisnai yorumlardan kaynaklanmıştır.
Cesaretle söyleyecek olursak, memleket ve milletin ileri gitmesini istemeyen odaklar millet iradesini bir şekilde gasbetmiş, bütün hareket ve imkânlarımızı anayasa marifetiyle engellemiştir. Ne tuhaf bir durum, gelişmemizi engellemek maksadıyla anayasalar yapsaydık örneğin 61 ve 82 anayasalarından daha başarılısını yapamazdık. İster içeriden darbeci iş birlikçilerle ister dışarıdan alınan desteklerle olsun, ne yapıp edip kendimizi engellemeyi, durdurmayı başardık. Başardık da ne oldu? Eğitim mi düzeldi? Sanayide, tarımda, ulaşımda, savunmada, sağlıkta, ekonomide, demokraside ileri mi gittik? Hayır, her alanda geri kaldık; sefaleti, açlığı, yokluğu, kardeş kavgasını yaşadık. Mevcut anayasa iyi niyetle çıkış ve çözüm arayışları sonucuyla en az 17 kez tadil ve tamir edildi. Çünkü bu gömlek bu bedene dar geliyordu. Milletin hayatı, hayali, umudu, ufku, hayat anlayışı bu anayasaların dar sınırlarına, kalıplarına sığmıyordu. Hayatın zorunlu akışı anayasayı 17 yerinden yıktı, değiştirdi. Şimdi bu anayasa tam manasıyla yamalı bohçaya dönmüştür. Ama esas olan sorunlara geçici, eklektik, palyatif çözümler değil, kalıcı, köklü çözümler bulmaktır. Ne kadar değişiklik yapılırsa yapılsın son tahlilde bu anayasa darbe anayasasıdır. Milletimiz böyle bir anayasayı hak etmemektedir. Ne kadar da değiştirilse anayasanın üzerinde darbe ve darbecilerin gölgesi hep var olacaktır. Eğer temelden bir değişiklik yapılmaz ise yeni Türkiye, yeni, özgürlükçü, hak ve hukuku önceleyen bir temele kavuşamaz. Eski, çürük temeller üzerinde sağlam bir yapı yükselmez, yükselemez.
İnsana ve millet iradesine saygılı sivil bir anayasa yapamadığımız sürece sıkıntıların bitmeyeceği anlaşılmaktadır. Bir anayasa yapmamız yeniden özgür ve bağımsız varlığımız, varlık iddia ve idealimiz için zorunludur. Vesayete karşı millet olarak verdiğimiz tarihî mücadele anayasa ile taçlanmalıdır. Varsın bu anayasanın fazla maddesi olmasın; 5 madde, 10 madde olsun. Gerekirse anayasamız bile olmasın. Binyıldır ruhumuza işlemiş ve bizleri bir arada tutan teamüller, anayasamız, millî mutabakatımız, varoluş yeminimiz olsun veya ayrıntısız bir metinle temel ve vazgeçilmez ifadelerle hak ve özgürlüklere atıfta bulunulsun, bu bile yeter. O zaman Türkiye darbeci, vesayetçi anayasalara dayandırılan yasakçı zihniyeti tarihe gömmüş olacaktır. Yeni anayasayla rüştünü, kimliğini, millet olduğunu, hem de ne millet olduğunu ispat ve ilan etmiş olacaktır. Bu söz usulen söylenmiş bir söz değildir.
Dünya milletleri, kendi anayasalarını yapanlar ve yapamayanlar olarak ikiye ayrılabilir. Çoğu ülkeler sömürgecilerin yaptığı anayasalarla yönetilir. Bunlar o coğrafyanın insanını sınırlayan, sorgulayan, bunaltan vesayet anayasalarıdır. Almanya, Japonya gibi gelişmiş kimi ülkelerin anayasaları bile başka dış güçler (hususen ABD) tarafından bloke edilmiştir. O nedenle, sivil anayasa, bağımsız milletlerin olgunluk seviyelerini gösteren temel kriterlerdir. Sivil anayasa, zihnin, aklın, ruhun, benliğin, birliğin, iradenin özgürlüğü ve özgürleşmesi anlamına gelir. Orada insanların hayatlarını kendi irade ve idealleriyle yaşadıklarının, varlıklarını kendi hayal ve kültürleriyle inşa ettiklerinin, kendi kimlik, varlık ve değerlerine saygılı olduklarının en yüksek idrak düzeyinde ifadesidir. Bu sebeple, aklı, duygusu, ruhu, benliği kuşatılmış bir millet kendi özgür anayasasını yapamaz, yapamamıştır.
Memur-Sen ve bağlı sendikalar adına ‘Kamu Görevlilerinin Yeni Anayasadan Beklentileri Araştırması’nı rapor olarak açıklamamızı 12 Eylül’ün bir gün öncesinde yapmamızın sembolik ve tematik anlamı vardı. Millî iradenin ölümüne savunucusu, hak ve özgürlüklerin adresi olarak yeni anayasa çalışmalarına memnuniyetle, heyecanla katılacağız. Çünkü bu bizim anayasamız; amacı, içeriği, hazırlanışıyla milletin anayasası olacaktır. Temsilcisi olduğumuz eğitim çalışanlarının, Türkiye’nin entelektüel birikiminin temel istek ve arzusunu oraya taşıyacağız. Ayrıca, bu bizim bir gün değil, erdemliler hareketi olarak her gün yürütmekle anlamlı kıldığımız sendikacılık ve sivil toplum örgütü anlayışımızın bir gereğidir. Sendika, hak ve özgürlük mücadelesinin yanı sıra, sivil katkı ve katılımla toplum yapısında yer alma çabasıyla anlamlı olmalıdır evvela.
Milleti ile barışık hukuk devletinin, devleti ile hak ve özgürlüklerini güvende hisseden milletin dayanağı olması için…
AKADEMİK YÜKSELME YÖNETMELİKLERİ KARİYER Mİ, BARİYER Mİ!...
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ